Sayın Protokol,
Sevgili Meslektaşlarım,
Sizleri şahsım ve Bursa Eczacı Odası Yönetim Kurulu adına saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Bugün, Türk Eczacıları Birliği'mizin 42. Olağan Genel Kurulunda sizlerle bir arada olmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Genel Kurulumuzun mesleğimiz ve ülkemiz adına güzellikler getirmesini temenni ediyorum.
41. Dönem Merkez Heyetimiz neler yaptıklarını anlattı. Bu hususta emeği geçen Türk Eczacıları Birliğimizin tüm yetkili kurullarında görev alan meslektaşlarıma, TEB Personellerimize ve aklıma gelmeyen tüm emekçi dostlarıma fedakârlıkları için teşekkür ediyorum. Evet yönetici olmak ciddi fedakarlıklar gerektirir. Kimi zaman işinizden, kimi zaman ailenizden, kimi zaman da sağlığınızdan. Kürsüye çıkmadan önce salona şöyle bir baktığımda pırıl pırıl bakan gözler ve güzel yürekli dostlarımı gördüm. Hepiniz bugün burada mesleğimizi nasıl daha iyi bir yere getiririz diye emek veriyorsunuz. Bir teşekkür de bu salondaki tüm meslektaşlarıma gelsin. Emekleriniz ve fedakarlıklarınız için teşekkürler.
Bugün benim gönlümden geçen geriye bakmak değil, güçlü bir geleneği olan mesleğimiz güçlü bir geleceğe nasıl ulaştırılabilir, bunları konuşmaktır.
Sevgili Meslektaşlarım,
Son 2 yıl özelinde baktığımızda ülke olarak ekonomik anlamda zor bir dönemden geçtik ve geçmeye devam ediyoruz.
Türkiye İlaç Pazarı Eylül 2019 itibarıyla son 12 ayda değerde 37,8 milyar TL’ye çıkmış. Bu pazarın üçte ikisini ise referans ilaçlar oluşturuyor. Biz her ne kadar üretimlerini ülkemize çekmek için uğraşsak da maalesef Dünya İlaç Pazarında üretimde yeterince söz sahibi olamamanın ciddi sıkıntılarını yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz.
En basit şekilde aktarmak gerekirse bugünlerde yaşadığımız Grip Aşısı problemleri beni bu konuda bazı araştırmalar yapmaya itti. Bunlardan gözüme çarpanları izninizle sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ülkemizde aşı üretimi için çalışmalar ilk Osmanlı İmparatorluğu Döneminde başlamış. 1721 yılında İngiltere Büyükelçisinin eşi Lady Mary Montagu ülkesine yazdığı bir mektupta İstanbul’da çiçek hastalığına karşı “aşı denilen bir şey” (varilasyon metodu) yapıldığını hayretle bildirmektedir. Bu mektup aşı yapımına ilişkin ulaşılmış en eski belgedir.
Aşı üretim çalışmalarını yürütmekte olan Pasteur, çalışmalarını sürdürebilmek için dönemin devlet başkanlarına maddi katkı için yazı yazar. Yazılardan birinin 2. Abdülhamit’e ulaşması sonrasında, 2. Abdülhamit yardım yapabileceğini ancak çalışmalarını İstanbul’da sürdürmesini ister. Bu teklif Pasteur tarafından kabul görmeyince ikinci teklif oluşturulur, Pasteur’a Mecidiye Nişanı ile birlikte 10.000 altın yollanır, aynı zamanda Osmanlı’dan 3 kişinin de yanında asistan olarak yetiştirilmesi istenir.
Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne’den müderris Alexander Zoeros Paşa’nın başkanlığı altında, Kaymakam (yarbay) Dr. Hüseyin Remzi ve Kaymakam (yarbay) Veteriner Hüseyin Hüsnü beylerin gönderilmesine karar verilir. Daha sonra bu ekip çalışmalara temel teşkil etmesi için “kuduz mikrobu” enjekte edilmiş bir kemik iliği ile Osmanlıya geri döner. 1887’nin Ocak ayında Zoeros Paşa’nın kliniğinde Daûl-Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi (Kuduz Tedavi Müessesesi) kurulur. Bu kurum dünyanın üçüncü, doğunun ise ilk kuduz merkezi olmuştur. Daha sonra bu merkez difteri serumu da üretmiştir.
1885`te dünyada ilk kuduz aşısı bulunuyor ve 1887 Ocak ayı başında Kuduz aşısı Osmanlı`ya getirilerek Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane`de ilk kuduz aşısı üretiliyor. Şu anda Sağlık Bakanlığınca zorunlu olan neredeyse tüm aşılar o zamanların koşulları ile üretiliyor. Bugün yurtdışından getirmekte zorlandığımız Grip Aşısı ise 1950`de Türkiye’deki İnfluenza laboratuvarı Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza (grip) Merkezi olarak tanındığında influenza aşısı üretimine geçiliyor.
Yani Bundan neredeyse 70 yıl önce bu ülke kendi aşısını üretirken bugün nerdeyse tamamını yurtdışından alıyor maalesef.
Sevgili Meslektaşlarım
Bizler eczacılar olarak, ilacın üretiminden hastaya ulaştırılmasındaki tüm aşamalarında görev alan bir meslek grubu olarak ULUSAL İLAÇ HAREKETİ'nde başı çekmeliyiz diye düşünüyorum.
İlla yeni etken maddeler bulmak noktasında değil, önce ülkemizdeki etken madde üretiminin arttırılması ve ciddi devlet desteklerinin burada verilmesi için çaba sarf etmeliyiz.
Bunu başardıktan sonra zaten yeni etken maddeler keşfetme noktasında çok daha farklı bir yerde olabiliriz.
Dünya'ya şöyle bir baktığımda, Ülkemize bir çok anlamda hem kültürel hem de ekonomik anlamda benzeyen ülkelerden biri de GÜNEY KORE'dir.
Hatta ilginç bir benzerlik bile gözüme çarptı.
Bilirsiniz bizde bir komşunuza yemek götürdüğünüzde o kap kesinlikle boş geri verilmez. İlla içine bir şeyler konarak verilir. Bu özellik onlarda da var.
Ama benim asıl ilgimi çeken tabii ki ekonomik benzerlikler ve sonradan oluşan farklılıklardı.
1980 yılında Türkiye Güney Kore'den ekonomik anlamda çok daha iyi bir konumdaymış. 1990'lı yıllara gelindiğinde Güney Kore bizim önümüze geçmiş, hele ki 2000'li yıllara geldiğinizde Güney Kore yaptığı teknolojik ve üretim yatırımlarının karşılığını almaya başlamış ve resmen uçuşa geçmiş.
Bugün dünyanın ilk 100'ünde 3 tane Güney Koreli şirket var.
Bunlar; Tabii ki en önde SAMSUNG, HYUNDAİ ve LG.
Bu firmaların bizler için ortak özellikleri de biyoteknolojik ilaç üretimine yatırım yapmaları.
Ve şu anda biyoteknolojik ilaç üretiminde Güney Kore’yi dünyanın ilk 5'ine taşıdılar.
Bize döndüğümüzde ise bir şey yapılmaya çalışıldığını görüyoruz. Neler yapılıyor beraber bakalım;
Kendi kan ürünümüzü üreteceğiz dedik. Aslında çok zor da bir yola çıktık. Ancak biz ülkeyi bazı ilaç tekellerinden kurtaralım derken kendi tekelimize gidecek farklı bir yola saptık.
Kan ürünlerini tek bir firmaya maalesef resmen hibe ettik. Bu uygulamadan acilen vazgeçilmelidir.
Kan ürünlerinin ne denli hassas ürünler olduğunu zamanında açılan davalarda da gördük. Buralarda da bahsedildiği üzere hemofili hastalarının evlendirilerek hemofili hastası çocukların dünyaya gelmesini sağlayacak kadar karşımızda arsız bir grup var.
Bu gruba karşı zamanında en güzel yanıtları veren bizler için yeniden cevap verme zamanı gelmiştir.
Eczane pazarından o gitti bu gitti. Hep gitti. Bizlerin artık sesi daha gür çıkmalı sevgili meslektaşlarım.
Geçen gün gazetede olan bir haberden rakamları paylaşayım sizlerle;
2005 yılı ile 2018 yılları arasında
Temel Cari sağlık harcaması % 364,70 büyümüş
Eczane ve medikaller ise sadece %235.
Bu şu demek oluyor sevgili meslektaşlarım sağlığa ödenen para büyürken biz yeterince büyüyememişiz. Peki bu pazar büyümesi nerden geliyor. Onu da söyleyeyim.
%537 büyüme ile özel hastanelerden tabii ki.
Peki dedim bu büyümede tahlil, klinik ücreti falan da vardır. Sadece ilaç özelinde bakayım.
2005 yılında ilaç harcamalarının %95,8'i yani yaklaşık 11,5 milyar TL ile serbest eczanelerdeymiş. 2018 yılında yaklaşık 39 milyar TL ile ilaç harcamalarındaki serbest eczane pazarı maalesef % 82,1'e düşmüş, nerdeyse % 14 pazar kaybı var arkadaşlar. Pazar kaybımız rakam olarak ise yaklaşık 6,5 milyar TL sevgili meslektaşlarım.
Bu rakamları incelerken 2005 yılında 0 olan ama 2018 yılında pazarın % 6,1'ine sahip bir grup dikkatimi çekti. Üzüldüm. 2018 yılında ilaç harcamalarından yaklaşık 2,9 milyar TL pay alan maalesef Yurt Dışı ilaç. Şimdi bana diyecekler ki biz yapmasak başkası yapacaktı. Arkadaşlar Türk Eczacıları Birliği buradan para kazanmaya devam ettiği sürece buna itirazları çok cılız kalır. Yurtdışı ilaçlar ile ilgili belirli süreler içerisinde ülkemizden ruhsat almaları gibi bir zorunluluk çıkarılarak burasını tamamen kapatamasak da küçültülmelidir.
Biz bugün bu sistem ile bu hizmeti vermeye devam ettiğimizde yarın bir ilaç tekelinin A GRUBU ilaçları kargo ile hastalara ulaştırması projesine nasıl karşı çıkacağız.
SGK’nın bugün yalnızca yurtdışı ilaç dağıtımı için kurduğu birimin ileride ne şekillerde karşımıza çıkabileceğini buyrun sizler de düşünün.
SGK demişken tabii SGK Protokolü'nden de biraz bahsetmek lazım.
SGK Protokolü görüşmelerinde bazı taleplerimizi ortaya koyduğumuzda "bu sadece Ek Protokol onu burada değiştiremeyiz" diye bahaneler sunmuştu Kurum. Buyrun bu sene yeni bir Protokol zamanı. Yeni Protokol'de yeni hamleler yapmamız gerekiyor.
Örneğin eczanelerin verdiği eczane iskontosu artık kaldırılsın. Kaldıramıyorsak da herkes 0'dan başlasın ve kademeli olarak daha adil bir şekilde küçük artışlar ile aylık faturalara yansısın.
Reçete Hizmet Bedellerinde herkes aynı noktadan başlasın ve kademeli olarak düşsün. Örneğin ilk 50 reçete 5 TL sonraki 50 reçete 4,5 TL gibi.
Ve belki de en önemlisi reçete kesintisi diye bir kavramı lugatımızdan çıkaralım.
Gelin Medula 2.0'ı Kurum ile beraber yapalım, SUT'u sadeleştirelim ve Medula’ya uyumlu hale getirelim.
Medula öderse Kurum ödesin, ödemezse de baştan ödemesin. Eczaneler arası yorum farklılıkları da ortadan kalkmış olsun.
SGK ile ilgili diğer husus da sahte reçeteler veya teslim almadım beyanları. Çözümü basit yeni çipli kimlik kartlarını elektronik imza gibi kullandırırsınız hasta veya hasta yakını ilaçları alan kimse "bir daha almadım" diyemez. Ayrıca reçete sahte mi değil mi onu kontrol etmek bizim işimiz olmamalı, o adli tıbbın işi. Eğer bir usulsüzlük varsa kontrol etsinler ve suçlu nettir, ilaçları alan hasta veya hasta yakınıdır.
Protokol protokol dedik, diğer önemli protokolleri de unutmamak lazım 2011 yılından beri ülkemizde olan Suriyeli hastalara ilaç verme protokolümüz maalesef hala yok. Sürekli söylüyoruz, hatırlatıyoruz ama sonuç alamıyoruz. Sonuç alana kadar hatırlatmaya devam edeceğiz.
Özel Sigorta ve Banka Protokolleri de ayrı bir fecaat. Bir tanesi %7,5 iskonto ister. Bir tanesi "PSF'den hepsine %25 yap" der. Hele bir tanesi "ben sözleşme hazırladım" der, TEB'in haberi yok veya taraf değil. Artık bunlara bir son verelim. Türk Eczacıları Birliği yasalardan ve yönetmeliklerden aldığı güç ile tek tip sözleşmeyi hazırlasın.
Bizlerin bu ülkeye kattığı ekonomik değerlerden biri de tabii ki Kooperatiflerimizdir. Üzülerek gördük ki yakın zamanda istemediğimiz bir şekilde bir kooperatifimiz ekonomik bazı sıkıntılar yaşadı. Buradan alınması gereken doğru dersleri alıp bir daha bu tarz bir sıkıntı ile karşılaşmamak için, geleceğimize sahip çıkmak için, el birliğiyle kooperatiflerimizi desteklemeliyiz. Bugün dağıtımda gösterdiğimiz başarı örneklerimiz olan kooperatiflerimizin yanına üretimde de başarı hikayelerimizi eklemeliyiz diye düşünüyorum.
Tabii tüm bunları aslında biz ne için ve kimin için yaptığımızı da ortaya koymalıyız. Bugün hala kendisine ait olan serbest eczanesinde eczacılık mesleğini yürütmeye çalışan meslektaşlarımızın ekonomilerini iyileştirmeliyiz. Zam gelmesine rağmen kazancı düşen dünyadaki sayılı meslek gruplarındanız sanırım. Bunun bir an önce önüne geçmek için İlaç Fiyat Kararnamesinde meslektaşlarımız lehine acil düzenleme yapılmalıdır. Hatta bu düzenleme Şubat ayında yapılması planlanan ilaç fiyat değişikliklerinden önce yapılmak zorundadır. Buraya eklenecek bir madde ile de yapılan zam oranında kademeler de otomatik artış yapılmalıdır.
Sağlık otoritesinin uygulamalarına baktığımızda aslında birçok ülkeden farklı uygulamaların alınarak ülkemizde uygulanmaya çalışıldığını görüyoruz.
Örnek vermek gerekirse bunlar;
1) Referans İlaç
2) Kamu Kurum iskontosu (Kamu kurum iskontosundan bahsetmişken burada yaşadığımız kamu kurumu iskontosu taşıma zararından da bahsetmeden olmaz. Bu da ortalama kamu kurum iskontosunun %25 olduğunu düşünürsek eczacının kaybı genel cirodan %5 civarıdır, sonra iskonto vermeyen bazı ilaçları devlete iskontolu olarak sattığımızdan da bahsetmek gerek)
3) Eczacı Iskontosu
4) Eşdeğer İlaç Bandı
Tüm bunlara baktığımızda araştırmalarıma göre hepsini uygulayan dünyadaki tek ülkeyiz. Ülkemiz çıkarları için bu bir başarıdır.
Ancak diğer ülkelerde olup da biz de olmayan bir şeyler de var.
O da Meslek Hakkı.
Bugün Dünya’nın birçok ülkesinde ilacın fiyatından bağımsız meslektaşlarımızın vermiş olduğu hizmetlerin karşılığı olarak bazı ülkelerde devlet tarafından bazı ülkelerdeyse hizmeti alan hasta tarafından ödenen bir ücret.
Meslek hakkına giden yolda eczanelerimizin 1. Basamak hizmet sunucusu olması iyi bir gelişmedir ancak daha yapılması gereken birçok yasal düzenlemeler mevcuttur. Bizlerin eczanelerimizde tansiyon dahi ölçmemiz yasak iken verilebilecek hizmetlerden bahsetmemiz sanırım komik oluyor. Öyleyse bu konuda yurtdışındaki uygulamaların da örnek alınarak bazı yasal düzenlemelerin yapılması elzemdir. Bunlara basit bazı örnekler vereyim; danışmanlık, aşılama, tansiyon takibi, kan şekeri takibi hatta bazı ülkelerde ekstra sertifikalar ile birçok kan tahlili dahi eczanelerde yapılıyor.
Serbest eczanelerimizin karşılaştığı sıkıntılardan biri olan Isı-Nem ölçer sistemi acilen kaldırılmalıdır. Bunun yerine birçok meslektaşımızın da uygun gördüğü yalnızca buzdolabı ısı takibi sistemi kurulabilir. Tabela konusunda Türkiye’de bir ilki başardık ve davayı kazandık. Dava sonucu meslektaşlarımız artık tabela vergisi ödemiyor. Buyurun bunu tüm Türkiye’de bir an önce uygulamaya geçirelim.
Önümüzdeki en önemli sıkıntılardan biri de sanırım reçetesiz ilaç. Reçetesiz ilaç ile ilgili birlik olarak bir karar vermemiz gerekiyor. Olmalı mı, olmamalı mı? Olacaksa hangi şartlarda olmalı. Örneğin internette veya bakkallarda vs. yerlerde satılan ürünlerin önüne geçebileceksek gelin oturalım tartışalım. Ama hem kabul edip hem de oralarda satışını yasallaştıracaksak o zaman hiç konuyu açmayalım bile.
Tabii burada sürekli serbest eczanelerden konuştuk ancak unutmamamız gereken bir grubumuz da Kamu Eczacılarımız. Yurtdışındaki meslektaşlarımız ile sohbet ederken ülkelerinde eczacılığın nasıl daha iyi bir hale geldiğini sordum. Cevap dikkat çekiciydi. Kamu otoritesindeki meslektaş sayımız arttığı zaman bir çok sorunumuzun daha rahat çözüldüğünü gördük dediler. Öyleyse bizler de kamudaki meslektaş sayımızı arttırmalıyız. Kamuyu tercih edilebilir noktalara taşımak için de öncelikle oradaki meslektaşlarımızın özlük haklarında önemli iyileştirmeler için çabalamalıyız.
Sanırım ilk yapmamız gerekenler statüleri değiştirilmeli ve direkt başhekime bağlı ayrı bir grup olmalıdır. Ardından diş hekimleri ve tabipleri kapsayan ek gösterge oranları meslektaşlarımızı da kapsayacak şekilde genişletilmelidir. Kurumlar arasındaki farklılıklar giderilmelidir.
Tabii sadece Kamu değil başka nerelerde meslektaşlarımız istihdam edilebilir, bunların aslında tespitlerini yaptık ama maalesef bu tespitlerimizi hayata geçirmek konusunda biraz yavaş kalıyoruz. Bunları hızlandırmalıyız. Hele ki ilerleyen yıllarda yılda 3.000'in üzerinde meslektaşımızın mezun olacağını düşündüğümüzde eczacı istihdamı konusu gelecekte çok tartışacağımız bir konu olacak.
Tabii istihdam istihdam derken bir de bizim mesleğimizde gözü olanlara karşı da bir şeyler yapmalıyız.
Nasıl ki bizlerin hekimliğe soyunması ne kadar yanlış ise, bazı hekimlerin de eczacılığa soyunması o kadar yanlıştır. Üzülerek görüyoruz ki bazı hekim arkadaşlarımız eczacı gibi preparatlar hazırlayıp satıyor, bazıları muayenehanelerinde aşılar satıyor hatta bazıları da medikaller ile anlaşarak tıbbi cihaz ruhsatı almış diz içi enjeksiyonları zorla o medikallerden hastaya aldırıyor. Bunlara bir son vermek gerekiyor.
Sürekli yurtdışından bahsederken aslında mesleğimizin nerelere gittiğini de iyi düşünmek iyi planlamak gerekiyor.
Sürekli gelişen bir dünyada yaşıyoruz. Bugün doğru bildiklerimiz yarın yanlış olabiliyor. Teknoloji sürekli hayatımıza yenlikler sunuyor. Peki biz bu değişimin neresindeyiz. Hiç düşündünüz mü ?
Dünya bugün adı konmamış bir teknoloji çağına giriyor. Teknoloji hayatın her alanını tepeden tırnağa değiştiriyor, bizlerin de artık etik kurallar çerçevesinde bazı dönüşümleri yapmamız gerekiyor. Çünkü Heraclitus’un da dediği gibi değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.
Bugün kendinizden pay biçin, bundan 20 yıl önce iletişiminiz nasıldı, şimdi nasıl? Uzay Yolu dizisinde görüntülü haberleşme kullanılırken yok artık daha neler derken, bugün bizler bireyler olarak bu teknolojilere sahibiz.
Geçen gün gazetenin birinde haber vardı; bu hastanede artık eczacı yok onun yerine akıllı bilgisayarlar ve robotlar var diye. O hastanede 3 boyutlu yazıcılar ile kişiye özel ilaç ve vitamin takviyeleri hazırlanıyor.
Hatta bugün birçok bilgisayar firması hastaların anamnezleri, tahlil ve tetkikleri ile hastalara teşhis koymaya başladı. Ve bunu da 'bilgisayarlar doktorların birçoğundan daha doğru teşhis koyuyor' diye de duyurdular.
Yapay zeka geliyor sevgili meslektaşlarım.
Teknolojik devrimler yakın, değişimler yakın ve bizler de bunun hazırlıklarını yapmalı ve bu değişim rüzgarlarında mesleğimizi doğru yöne götürebilmeliyiz.
Kim bilir belki de bazı yeni mezun meslektaşlarımızı Mesleğimizin Teknoloji ile buluştuğu alanlarda eğitimler almak üzere Yurtdışında bazı kurumlara burslu olarak göndermeliyiz. En önemlisi de bu arkadaşların da ülkelerine dönerek mesleki gelişimlerimize katkı sunmalarını sağlamalıyız.
Eğitim eğitim diyoruz. Gerçekten eğitim ne kadar önemli hiç düşündünüz mü?
Ben Bursa’nın küçük bir ilçesinde büyüdüm, şöyle bir geriye doğru baktığımda anaokulu öğretmenimin bana yani o küçücük çocuğa verdiği çalışmak ve başarmak ile ilgili verdiği öğütler hala kulağımdadır, ilkokul öğretmenimin bizleri yetiştirirken arkadaşlığı ve dostluğu vurguladığı cümleler hala aklımdadır, ortaokuldaki öğretmenlerimin kadın-erkek eşitliği konusunda verdikleri dersler hala gözlerimin önündedir, Üniversitedeki hocalarımın neden çalışmalıyız ve nasıl bir birey olmalıyız konusundaki verdikleri nasihatler hala gönlümdedir.
Hocalarımın bir kısmı bana kızacak ama Aromatik Hidrokarbonlardan 5 tane söyle deseniz. Utanırım ama cevap veremem.
Öyleyse bizim ülke olarak tüm eğitim sisteminin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Benim yurtdışındaki kuzenim kendisinden 20 yıl önce okumuş bir öğrencinin kitabı ile okula gidebilirken, benim aralarında 3 yaş olan çocuklarım birbirinin kitabını kullanamıyor. 3 yılda matematikte devrim mi oldu, Türkçe'de artık harfleri başka yerden mi ekler olduk anlayamadım.
Tabii Türkiye’de eğitimdeki bu çarpışıklık maalesef bizim meslek eğitimimizi de zedeler hale geldi.
Biz şu anda konuşurken yenileri açılmadıysa en son haziran ayında 50 adet eczacılık fakültemiz oldu. Üzülüyorum.
Bugün eczacılık fakültesi mezunu hocası olmayan üniversitelerimiz var.
Bugün Profesörü olmayan bırakın anabilim dallarını fakülteler var.
Bugün laboratuvarı olmayan fakülteler var.
Bugün çekerocak görmeden, duymadan mezun olan öğrenciler var.
Bir de yurtdışında okumuş ve ülkemizde denklik alan meslektaşlarımız var. Bu denklik sistemi mutlaka değişmeli. Hak eden meslektaşlarımız denkliklerini alsınlar buna karşı değiliz ama hak etmediği halde meslekten uzak birçok insanın da bu denklikleri aldığını üzülerek görüyoruz. Hatta işin daha kötü yanı bu meslektaşlarımızın birçoğu maalesef muvazza işine giriyorlar ve mesleğimizi kirletiyorlar.
Artık yeter. Eczacılık Fakültelerimize nasıl ki bu sene minimum sınav puan barajı getirildi, minimum kadro ve fiziki altyapı limiti de getirilmeli, bu üniversitelerin öğrenci alım sayıları düşürülerek daha fazla araştırmaya yönlendirilmeli ve ülkemizin ihtiyacı olan bilim insanı sayısına katkı vermelidirler.
Tabii bu yıl yanlış hatırlamıyorsam 3.500 öğrenci alımı yapıldı eczacılık fakültelerine ancak serbest eczane açmak için ülkemizde boş yer sayısı yaklaşık 3.000. Ve daha da kötüsü her yıl mezun olan yaklaşık 2.000 öğrenci ile önümüzdeki 2 yıl içerisinde boş yerlerin tamamen biteceği düşünülüyor.
Sağlık Bakanlığı Sağlıkta İnsan Kaynakları 2023 Vizyonuna göre 2023 yılında eczacı ihtiyacı 32 bin 900.
Hâlihazırda eczacı sayısı 37 bin 761.
Bu kadar fazla sayıda eczacıyı ne yapacağız.
Bununla ilgili hem Sağlık Bakanlığımız hem de YÖK ile ortak bir çalışma grubu oluşturularak ileriye dönük bir çözüm üretmek zorundayız. Peki şu anda üniversitelerde okuyan ve yakın zamanda yardımcı eczacılık yapacak meslektaşlarımız ne yapacak.
Burada hem serbest eczane sahibi meslektaşlarımızı hem de yardımcı eczacılık yapacak meslektaşlarımızın haklarını koruyacak ortak bir çözüm olmalıdır.
Bu çözüm de net bir şekilde devletimizin taşın altına elini koymasından geçer. Şu anki ekonomiler ile serbest eczane sahibi eczacıların yardımcı eczacı çalıştırması zordur. Bunun önündeki ekonomik engeller devletimizin desteği ile kaldırılmalıdır. Meslektaşlarımızın birbirine olan sözlü güvenini yazılı bir metne dökecek ve her iki tarafı da koruyan bir iş sözleşmesi örneği de bence Merkez Heyetimiz tarafından hazırlanmalıdır.
Sevgili Meslektaşlarım, Ben 2017 yılında Bursa Eczacı Odası Başkanlığına seçilirken aklımda tek birşey vardı.
O da beni yetiştiren ve büyüten, ülkeme ve hocalarıma olan hizmet borcumdu. Elimden geldiğince mesleğimize ve ülkemize bir şeyler katmaya çalıştım ve çalışmaya da devam edeceğim. İnşallah bu yolda hep beraber yan yana omuz omuza yürümeye devam ederiz. Sizler gibi dostlara, abilere ve ablalara sahip olduğum için çok şanslıyım.
Sözlerimi Charles Darwin’in şu sözleri ile bitirmek istiyorum;
Ne en güçlü olan tür hayatta kalır, ne de en zeki olan…
Değişime en çok adapte olabilendir, hayatta kalan.
Teşekkürler.